Aşk ve İlişkiler

Romantik İlişkilerde Erkeklere Rehberlik: ‘Mankeeping’

Kadınların erkeklerle kurdukları duygusal ilişkilerde yaşadıkları deneyim, bazen bir duygusal çamaşır makinesi gibi hissettirebilir. Travmanın senin buna hazır olup olmadığın sorulmadan sana aktarıldığı bu süreçte, tüm hislerini bir buçuk saat boyunca 30 derecede yıka. Sıkma ve kurulama aşamasında zahmet olmazsa bir de asıversen canım?

Mankeeping ya da Türkçeleştirilmiş haliyle “duygusal çamaşır makineliği”, kadınların romantik ilişki içinde bulundukları erkekleri; evi düzenli tutar gibi veya henüz günlük yaşamın dinamiklerini öğrenememiş bir çocuğa sosyal sorumluluklarını hatırlatarak, hayatta her alanda omzunda bir yük olarak taşımasıdır.

Daha az öfkeli ve bilimsel bir anlatım gerekirse, 2024 yılında Stanford’da “erkek yalnızlığı pandemisi”ni daha iyi anlamak için bu kavramla ilgili bir araştırma yapılıyor.

“Mankeeping” nedir?

“Theorizing mankeeping: Erkekler arasındaki arkadaşlık gerilemesi ve kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yapısal bir bileşeni olarak emeği” başlıklı araştırmada, terimin Carolyn Rosenthal’ın sosyolojide kullandığı “kinkeeping” yani “akrabalık bakımı”ndan geldiği ifade ediliyor. Mankeeping teorisi altında üç varsayım inceleniyor: Kadınların erkeklerin toplumsal destek eksikliğini orantısız bir şekilde telafi ettiği, bu telafinin bir emek oluşturduğu ve bu emeğin çoğu zaman kadınların refahı ve zamanı aracılığıyla bir maliyete yol açtığı.

Aslında “mankeeping” pek çok kadının çocukluk evinde gördüğü ve kadın-erkek ilişkisinin doğal bir parçası gibi kabul ettiği bir olgu. Eşitlik arayışı içinde olan romantik ilişkide partnerinin hayatını onun yerine planlamak; ona en basit doğum günü mesajlarını hatırlatmak; yalnız kalmasın diye kız arkadaşlarınla çıktığın gecelere istemeden de olsa onu davet etmek ve tüm dertlerini dinlemek ne kadar yorucu olduğunu bizzat deneyimlemek gerekiyor.

“Mankeeper” karakterler

Yaş aldıkça ve çevremize karşı farkındalığımız arttıkça, mankeeper karakterlerin uzun zamandır yanımızda dolaştığını fark ediyoruz. Bu bazen tüm yükü üstlenen bir “kontrolcü” anne olarak, bazen de takıntılı davranışlarını sürekli alttan alma maskesiyle sergileyen bir partner olarak belirebiliyor.

Bu “anne” karakteri, dijital kültürde sıkça karşımıza çıkıyor. Modern Family dizisindeki Claire’i düşünelim: Eşi, babalık ve arkadaşlık dengesini kuramadığı için üç çocuğunun tüm sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalıyor. Üstelik ergen gibi davranan kocasını da büyütmeye çalışıyor. Ancak sezonlar boyunca hakkında yapılan espriler hep aynı: “Mükemmeliyetçi, kontrol takıntılı, sinirli, biraz da alkolik.”

Erkeklerin duygusal zeka gerektiren alanlarda bu kadar beceriksiz görünmelerinin nedeni, patriyarka. Erkek çocuklarının arkadaşlıklarını karşılıklı dinleme ve duygusal destekten çıkarıp, yüksek rekabetli bir spora dönüştüren, duygularını açmanın onları “daha az erkek” yapacağına inandıran da patriyarkadır.

Yıllardır tanıdığı dostlarına karşı bile dürüst ve savunmasız olamayacaklarını hisseden erkekler, ihtiyaç duydukları duygusal desteği romantik partnerlerinden beklemeye başlıyor. Elbette partnerler birbirlerini dinler ve destekler. Ancak, yetişkin bir bireyin tüm duygusal yükünü üstlenmek, ilişki dinamiğini tehlikeli bir noktaya sürükleyebilirken, kadınları terapist rolüne hapseden bir “duygusal emek sömürüsü” yaratıyor.

Bunu yüksek sesle dile getirdiğinizde, bir anda “sevgilisine duygusal destek vermek istemeyen kötü kadın” konumuna düşüyorsunuz. Bu rolde uzun süre kaldığınızda, partnerinizin arkadaşları arkanızdan “ne kadar kontrolcü olduğunuzu” konuşuyor. Bir dakika… Hangi arkadaşlar?

Daha genç jenerasyonlardaki erkekler, duyguları hakkında konuşmayı hala bir zayıflık olarak görürken, daha yaşlılarınsa gerçek anlamda arkadaşları yok. Evet, belki iş arkadaşları, ortakları, spor konuştuğu birkaç üniversite tanıdığı veya gençlik hayallerini yaşattıkları bir müzik grubundan arkadaşları vardır. Ama iki ebeveynin de aynı evi paylaştığı bir aileden geliyorsanız, annenizin arkadaşlarıyla, babanızın onlara katıldığı bir grup olduğunu düşünmenizi isterim.

Asıl kırılma ise şudur: Bir kadın olarak duygusal çamaşır makinesi olmayı kendimize görev olarak atfettiğimizde ve partnerimizin değerini kendimiz üzerinden değil, ona sağladığımız hizmetler aracılığıyla ölçmeye başladığımız noktada meydana geliyor. Toplumun kadınlar için yarattığı beklentilerin altında ezilmemiz zaten yeterince zorken, bir de aynı toplumun erkeklere dayattığı beklentileri taşımak zorunda kalıyoruz. Kadın olmak, çoğu zaman bir Atlas gibi gökkubeyi taşımakla görevlendirilmiş hissettirebiliyor.

Böyle anlarda sık sık aklıma Lena Dunham’ın Girls dizisindeki o sahne geliyor. Hannah’nın annesi şöyle diyordu: “Onu pek iyi tanımıyorum. Bazı şeyleri görüyorum. Tuhaf, öfkeli, kendi bedeninde rahatsız. Bir şeyden diğerine savruluyor. Hayatını onu başıboş bir köpek gibi sosyalleştirerek, dünya onun için daha dost canlısı olsun diye uğraşmanı istemiyorum.”

Fotoğraflar: Unsplash