Aşk ve İlişkiler

Paris: Aşıklar Şehri ve Kariyer Tercihleri

2000’lerde izlediğimiz romantik komediler ile gençlik dizilerinde öne çıkan klişe, etkileyici bir hikaye akışı ve “karakter gelişimi” üzerine kurulu: Kariyer odaklı, hırslı ve ne istediğini bilen veya bunu keşfetmeye çıkan kadın karakter, hikayenin sonunda “daha önemli” olanı anlar ve kariyeri yerine aşkı seçer.

Paris yerine “evdeki adam”

Bu klişe, genelde başroldeki kadın karakterin uzun süredir hayalini kurduğu ve ulaşmak için çok çabaladığı bir pozisyon teklif edilmesiyle başlıyor. Bu teklif, kariyerine başlangıç yapacak bir stajyerlik veya Paris’te bir iş olabilir. Kadın karakter, Paris’te buluşacağı romantik partnerini kaybetmeden önce ona aşkını ilan etmeye karar verir, yeniden bir araya gelmeyi teklif eder ya da “Sensiz nasıl yaşarım bilmiyorum, sana ihtiyacım var.” der.

Hikayenin başlangıcında tek başına olmaktan memnun, bağımsız ve ne istediğinden emin bir karakter olarak tanıdığımız kadın, olaylar neticesinde aşkın, ilişkilerin ve ailenin değerini anlamıştır. Sevdiği kişiyle yaşamanın hayalindeki işten daha kıymetli olduğuna karar verir ve kariyerinden vazgeçmeyecek sevgilisine geri döner. Yani Paris yerine “evdeki adamı” tercih eder.

Bu durum, feminizm eleştirisinde “narrative punishment” (anlatı aracılığıyla cezalandırma) olarak adlandırılan bir kavrama işaret eder: Kadının bağımsızlığı, kariyeri veya kendi ayakları üzerinde durabilmesi hikaye içinde ya başarısızlık ya da yalnızlık ile ilişkilendirilir. Bu şekilde izleyiciye, “Kadının mutlu olması için aşkı ve erkeği seçmesi zorunludur.” mesajı verilmiş olur.

Kurgusal bir karakter de olsanız, eğer kadınsanız, bir erkeğin yokluğunda mutlu olmanın bir bedeli vardır.

Neden Paris?

Hikayede vazgeçilen şehrin Paris olması, feminist eleştirinin mantığıyla örtüşüyor. Paris, aşk ve modanın sembolü. Paris, bir mühendislik veya tıp alanında kariyer teklifi aldığınız bir şehir değildir; Paris demek, “kadınsı” mesleklerden gelen fırsatlar demektir. Dergi editörü veya stilist olmak demektir.

Bu durum aslında klişenin bir başka boyutunu da gösteriyor: Paris’ten gelen iş tekliflerinin çoğu moda, dergi, sanat veya yaratıcı endüstrilerden olduğu için, hikayedeki romantik partnerin gözünde bu fırsatlar gerçek iş kadar değerli görülmez. Kimse iyi bir kalp doktorunun işinden vazgeçmesini istemez, çünkü o hayat kurtarıyor. Fakat iyi bir elbise için aynı duygusal derinliği beklemek zor.

Paris’ten vazgeçen kadınlar

Bu klişeyi daha iyi anlamak için örneklere göz atalım.

Minik bir uyarı: Klişemiz sezona son finalde yaşandığı için burada okuyacaklarınız spoiler içerebilir.

Friends: Rachel Green, Ross ile dengesiz bir ilişkide bulunmaktadır. Dizi finalinde, Rachel’a hayalini gerçekleştireceği bir iş teklifi gelir. Paris’te moda sektöründe bir pozisyon ona beklemektedir. Havaalanına kadar giden Rachel, Ross’un son dakikada yaptığı aşk itirafı üzerine uçaktan iner.

The Hills: Lauren, moda sektöründe yükselebilmek için Teen Vogue’dan bir staj teklifi alır; staj Paris’tedir. Sürekli ayrıldığı sevgilisi Jason ile birlikte kalmak için teklifi reddeder, fakat ilişkisi de sona erer. Lauren, geri kalan sezon boyunca “Paris’e gitmemiş kız” rolünü üstlenir.

Sex and the City: Carrie Bradshaw, yıllar boyunca kendisine zorluk çıkaran Mr. Big’den ayrılır ve yeni sevgilisiyle Paris’e taşınır. Mr. Big bu ayrılığı kabul edemez ve Carrie’yi New York’a geri getirmek ister. Carrie, daha önce iş için Paris’e taşınması gerektiğini söyleyen adamla New York’a geri döner.

The Devil Wears Prada: Andy Sachs, patronu Miranda ile Paris Moda Haftası’na gider. Andy’nin hayal ettiği iş moda sektörü değildir fakat Miranda’nın ünlü dergisi Runaway’de çalışmak kariyerinde büyük bir adım olacaktır. Andy’nin sevgilisi Nate, yeni işin yoğunluğundan şikayet eder, sürekli eleştirilerde bulunur. Filmin sonunda, Andy kariyerinin zirvesinde Paris’ten New York’a döner.

The Summer I Turned Pretty: Isabel “Belly” Conklin, listemizin en yeni üyesidir. Yeni sezonda Belly’nin yaz tatili sonunda Paris’e gitme fırsatı olur; ancak Jeremiah ile olan ilişkisinin uzak mesafeli hale gelmemesi için bu fırsatı geri çevirir.

Prime Video @primevideo / The Summer I Turned Pretty @thesummeriturnedpretty

Aynalar

Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda’da şöyle yazıyor:
“Bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkeği olduğundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler; büyülü bir ayna ve müthiş bir yansıtma gücü vardı.”

Kadın, kendi isteklerini ve özgürlüğünü bir kenara iterek erkeğin kimliğini yüceltir. Erkek özne, kadının gözünde sürekli onay bulur. Kadın, “yansıtan” ayna rolünden çıkıp kendine ait bir yaşam hikayesi bulduğu anda ya da bir yerleri terk ederken erkeğinin konforunu tehdit ettiğinde, hikaye onu yine “ayna” rolüne döndürür.

Geçmişe dönebileceğimiz, aynalarla barış içinde bakabileceğimiz daha iyi günlere.

Fotoğraflar: iStock / Prime Video @primevideo / The Summer I Turned Pretty @thesummeriturnedpretty