Aşk ve İlişkiler

“Mutluluk Uzmanına Göre Aşkın Bilgisi”

Harvard’da “mutluluk profesörü” olarak tanınan Dr. Arthur Brooks, işletme fakültesinde oldukça popüler bir seminer düzenliyor. Bu seminerdeki en dikkat çekici konu, aşk ve ilişkiler. Brooks’a göre, hırslı ve başarı odaklı öğrenciler, kariyer başarıları yerine aşk ve ilişkiler hakkında tartışmak için geliyor; çünkü bunları mutluluğun anahtarı olarak görüyorlar. Araştırmalara göre, en mutlu insanlar ya gerçekten istikrarlı bir romantik ilişkiye ya da çok yakın arkadaşlıklara sahiptir. Brooks, “İdeal olan her ikisi de” diyor ve ekliyor: “Çoğu insan için bu, romantik bir ilişki içinde en iyi arkadaşlık bağını kurmaktır. Bu, sizin en iyi sigorta poliçenizdir.” Dr. Brooks’a bu konuyla ilgili yöneltilen soruların yanıtlarını yazımızda bulabilirsiniz.

İnsanlar her zaman mutluluğa ulaşmada güçlük mü çekti? Yoksa, sosyal medyanın ortaya çıkmasıyla birlikte şu an özellikle mi zor bir dönem yaşıyoruz? Pek çok insanın temel bir memnuniyet duygusunu bulmakta zorlandığı biliniyor.

Cevap şöyle: İkisi de doğru. İnsanlar her zaman mutluluğu aramıştır ve bu zor bir hedeftir; ayrıca günümüzde bu daha da zorlaşmış durumda. Bunun arkasında bir neden var: İnsanlar genellikle, bir şey istediğinde, yeterli bilgi ve beceri ile bunun üstesinden gelebileceğine inanır. Baş ağrısını nasıl geçireceğimizi, hemoglobin A1C’yi nasıl düşüreceğimizi ya da akşam 10’da pizza nerede bulacağımızı çözeriz. Bu karmaşık sorunlar, fakat çözülebilirler. Mutluluk ise başka bir zorluktur. Gerçekten önem verdiğimiz şeyler, çözülmesi gereken karmaşık sorunlar değil, “kompleks” sorunlardır. Bu fark ince ama önemli. Karmaşık sorunlar zor ama çözülebilirken, kompleks sorunlar anlaşılması kolay ama çözümsüzdür. Aşk bir kompleks sorundur. Eşim beni seviyor ama evime döndüğümde belki kızgın olacaktır. Çünkü 34 yıl sonra bile evliliğimi “çözemedim”. Mutluluk da bir kompleks sorundur. Hayatın anlamı, nihai kompleks bir sorundur. Bunları çözemezsiniz, yaşarsınız. Soruyu cevaplamazsınız, soruyu anlamaya çalışırsınız. Ve bu soruyu anladığınızda, hayatta tam anlamıyla olursunuz. Mesele sürekli zorlukta: Biz mutlu olmayız, mutlu olmayı öğreniriz; hayatın iniş çıkışları ve sıradan acılarıyla birlikte. Bu hem bir bilim hem de daha mutlu bir birey olmanın sanatıdır.

Peki, hayatınızda bir zirveye ulaşıp size mutlu olmanız gerektiği söylendiğinde ama hala bu mutluluğu hissetmediğinizde ne yapmalısınız? Örneğin, harika bir kariyerde yaşanan anların sizi bütünleştireceğini düşünürken, aslında her şeyi daha da kötüleştirebileceğini fark edebilirsiniz…

Harika bir kariyere sahip olmanın birçok olumlu yönü var… Ancak olağanüstü başarı elde eden hemen herkesin bir tür patolojisi var. Bu patolojinin adı “başarı bağımlılığı.” Bu genellikle şöyle işler: Küçük yaşlarda, yetişkinlerin dikkatini çektiğinizde, olağanüstü bir şey yaptığında, başınızı okşuyorlar ve bu durum beyninizi bu şekilde kabloluyor. Dünyevi başarılar kazanmak, sizi bir işkolik haline getirebilir, kendinizi nesneleştirerek, bir başarı makinesine dönüştürebilir. Olağanüstü işler yaptığınızda sevgi gördüğünüzü öğrenirsiniz; ama asıl patolojik durum, başkalarının sevgisini “kazanma” çabasıdır. Özellikle çok başarılı bireylerin ilişkilerinde sıkıntı yaşadığı problemlerden biri budur: Eşinin sevgisini kazanmak isterken, “Bunu kazandım mı?” diye düşünürler. Ama sevgiyi kazanamazsınız. Gerçek sevgi kazanılamaz. Gerçek sevgi bir lütuftur. Özgürce sunulan bir hediye. Ve onu kazanmak için ne kadar çabalarsanız, onu içsel bir şeyden dışsal bir şeye çevirerek o kadar değersizleştirirsiniz.

Aşık olmanın arkasındaki nörokimyasal süreçler nelerdir? Örneğin, serotonin düşüşünün obsesif bir odaklanmaya neden olduğu söyleniyor. Bu doğru mu?

Evet, bu gerçek. Texas Üniversitesi Austin kampüsünden David Buss adında bir evrimsel psikolog var ve araştırmaları son derece ilginç. Aşık olmanın ilk aşaması çekimdir… İkinci aşama çok hızlı devreye girer ve bu ödül beklentisi ve öfori (aşırı mutluluk) aşamasıdır. Örneğin, “Ondan bir mesaj aldım!” diyorsunuz. Her gün birçok mesaj alıyorsunuz, ama neden bu mesaj sizi bu kadar mutlu ediyor? Çünkü iki katekolamin, yani iki nörotransmitter üst üste salınıyor: biri norepinefrin, ki bu bir stres hormonu ve size bir öfori hissi verir; diğeri ise dopamin, yani beklentiyi karşılayan ödül hissi. En küçük bir şey bile, örneğin bir mesaj, devasa bir anlam kazanır. Bunun nedeni, bağlanma sürecini hızlandırmak istemenizdir. Evrimsel olarak böyle tasarlanmışız. Daha sonra birkaç hafta içinde ilginç bir üçüncü aşamaya geçersiniz: serotonin seviyeniz düşer; yani başka bir nörotransmitter ve “Ne oluyor? Belki de depresyondayım,” gibi hissedebilirsiniz. Çünkü aşık olmak, depresyon gibidir. Bunun nedeni şudur; tabii nörobilimciler her konuda hemfikir değil ama burada yaygın görüşü aktarıyorum: beyninizde ventrolateral prefrontal korteks diye bir alan var. Bu, düşüncelerinizi tekrar tekrar gözden geçirme (ruminasyon) alanını yönetir… Eğer klinik depresyon içindeyseniz, üzüntüler, kendinizi aptal hissetme hissi ve pişmanlıklar üzerinde takılı kalıyorsunuz demektir; bu, beyninizin aynı bölgesidir. Eğer başka biri hakkında sürekli düşünüyorsanız, yani aklınızı kaybetmiş gibi hareket edip, son bir saatte yüz tane mesaj attıysanız; artık aptal değilsiniz, sadece serotonin seviyeniz düşük. Bu yüzden depresif insanlar genellikle aynı zamanda romantik ve şiirsel olma eğilimindedir. Sanatsal kişilikler bu nedenle genellikle romantik ve melankolik bir yapıya sahiptir. Çünkü beynin aynı bölgesi söz konusu.

Şu an “takılma kültürü” içinde yaşıyoruz ve bazılarının aşama atladığını söylüyorsunuz. Bununla ne demek istiyorsunuz?

İnsanlar, aşık olmanın dördüncü aşamasına ulaşmak istiyor: Gerçek bağlanma. Derin aşk, “arkadaşça aşk” olarak adlandırılır; yani en iyi arkadaşınızla birlikte olmak. Bu harikadır. Uzun vadeli çift bağının getirdiği mutluluk işte budur. Sosyal bilimciler buna çift bağlanmalı üreme diyor, pek romantik değil ama ulaşmak istediğiniz nokta burası. Ancak sorun şu: Takılma kültüründe insanlar bu aşamalar arasında sürekli gidip geliyor—1, 2, 1, 2, 1, 2, 1, 2… Oysa yapılması gereken şey 1, 2, 3, 4, ve orada kalmaktır. En büyük mutluluk oraya ulaşıp orada kalmaktan gelir. Bu, insan hayatındaki en büyük mutluluk kaynağıdır. Ama sürekli olarak 1, 2, 1, 2, 1, 2 arasında gidip geliyorsanız, burada bir sorun olabilir. Bu bazen bir travmanın veya ele alınması gereken bir durumun sonucu olabilir. Ama bu normal değildir ve üzerinde durulması gereken bir patoloji olarak görülmelidir. Diğer büyük sorun ise, yirmili yaşlardaki insanların arasında garip bir ikili kültür oluşmasıdır. Bir yanda takılma kültürü varken, diğer yanda bekaret/çekilme kültürü var. Bugünün yirmilerindeki bireylerin, bizim o yaşlardayken olduğumuzun yaklaşık üçte bir oranında daha az aşık olduğunu görüyoruz. Daha az evleniyorlar. Daha az birlikte yaşıyorlar. Ve kayıt tutmaya başladığımızdan beri tarihte hiç olmadığı kadar az cinsel ilişki yaşıyorlar. Yani bu sürece hiç adım atmayan büyük bir grup ortaya çıkmış durumdadır.

Peki, bunun sebebi nedir?

İki büyük sorun var: flört uygulamaları ve pornografi. Bunlar, nörokimyasal süreci ciddi şekilde bozan büyük etkenlerdir. Flört uygulamaları bazıları için işe yarayabilir ama gerçek şu ki, sizi kendinize çok benzeyen birini aramaya yönlendiriyor; ki bu hiç de çekici değil. Yani narsistik bir tutum var. “Benim gibi düşünen birisi olsun, Austin’i sevsin, aynı müziği dinlesin…” gibi. Bunun sonucunda kendinize çok benzeyen birini arıyorsunuz. Ama çekiciliğin özü tamamlayıcılıkta yatar. Sizinle benzerlik gösterirken, aynı zamanda sizi merak ettirecek kadar farklı birisini ararsınız. Bu fark arayışının arkasında önemli nörobiyolojik sebepler bulunmaktadır. Gerçekten, neden böyle bir farklılık aradığımızı açıklayan birçok nörobilimsel veri mevcut; çünkü bu, başarılı çocuklar yapabilme potansiyelini değerlendirmek için bir yoldur. Birebir size benzeyen insanlar, sizinle aynı bağışıklık profiline sahip olacağından, farklılıkları kişilik üzerinden algılıyoruz.

Referanslar

Kylie Gilbert. “The Science of Love, According to Harvard’s “Happiness Professor” Arthur Brooks”. Şuradan alındı: https://goop.com/wellness/relationships/science-of-love-arthur-brooks/