Aşk ve İlişkiler

İlişkilerimiz, erkekleşmemiz nedeniyle zarar görmüyor | Yaşam

Giriş: 25 Aralık 2024 Çarşamba

Toplumsal cinsiyet rollerini reddettiğimiz ve kendimizi gerçekleştirmeye çalıştığımız bir dönemde, erkeklerin bu konuyu yeterince ele almadıkları ve mevcut düzeni korumaya çalışmaları sonucu zedelenen bir durumla karşı karşıyayız. Ne demek istediğimi kısaca özetleyeyim.

Son zamanlarda sıkça karşılaştığım bir içerik var: “Kadınlar erkekleştiği için, erkeklerin üstlenmesi gereken rolleri de üstlendikleri için ilişki dengeleri bozuluyor. Oysa kadınların doğalarına uygun bir şekilde biraz bağımlı olmaları gerekir ki erkek, erkekliğini gösterebilsin. Kadınlar güçlü, erkekler ise daha pasif hale geldi. Her iki taraf için de tatmin edici ilişkiler kurulamaz hale geldi.” Bu durumu eril enerji/dişil enerji eksenine bağlayanlar var ki o konuya hiç girmek istemiyorum.

Bugün bu minvalde bir video gördüm. Videodaki kadın şöyle diyor: “Eskiden erkekler avlanmaya giderken, kadın mağarada beklerdi. Adam gelir, geyiği yere sererdi. Kadın bundan etkilenir, derisini işlerdi. Erkek de güçlülüğünü hissederdi.” Bu hikayeyi dinleyen erkek sunucu hikayeyi şöyle tamamlıyor: “Ama şimdi kadınlar da ‘Sen geyik mi avladın, ben de fil avlamıştım’ diyerek fili yere koyuyor.” Bunun üzerine kadın onaylayarak “Evet, artık kadınlar para kazandıkları için erkekler kendilerini yetersiz hissediyor, ilişkiler bu yüzden zarar görüyor.” diyor.

Bu sohbetin tespitlerine katıldığımızı varsaysak bile, çözüm erkeklerin kendilerini yetersiz hissetmemesi için kadınların “avlanmasını” engellemek midir? Avcı erkeklerin bir gün birden bire başka dişiler için avlanmaya karar verdiklerini birçok kez yaşamış olan kadınlar, terk edilme riski altında sadece “erkeği” kendini yeterli hissettirmek adına avlanmayı tamamen öğrenmemeyi mi tercih etmelidir?

Aynı gün başka bir içerikle karşılaştım. Nörobilim uzmanı bir kadın, babasının ona şöyle dediğini paylaşıyor: “Senin başarılarını kaldırabilecek bir erkekle birlikte olup olamayacağın hakkında endişeliyim.” Kadın ise şöyle yanıtlıyor: “Başarıyı kaldırıp kaldıramayacaklarıyla ne yapalım, babamdan sonra benim en sadık destekleyicim olan bir kocam var.” Bu cümleyi eşinin bir fotoğrafıyla paylaşıyor ve fotoğrafta eşinin üzerinde “benim karım bir nörobilim uzmanı” yazılı bir tişört var. Bu iki içeriğin ard arda önüme çıkması aslında çok şey söylüyor. Benim bakış açımdan mesele, kadınların üzerine fazla iş yüklenmesi değil, kadınların ve erkeklerin toplumsal cinsiyet rollerinden sıyrılarak kendilerini gerçekleştirip gerçekleştiremediğidir.

Geleneksel roller bağlamında “erkeğin yeri burası, kadının yeri burası, bunda aslında bir tahakküm yok, sadece farklı roller var; elbette eşitler ama farklılar, yaradılışları da farklı” gibi manipülatif açıklamalar bulunsa da gerçek kabul bambaşka. Kadınların her zaman hizmet eden, itaat eden, iktidar elde edemeyen ve daha az kazanan (ya da hiç kazanmayan) rollerine hapsedilmesi, sanki amaçlı bir seçim değil de “adil” bir işbölümüymüş gibi gösterilmektedir. Oysa eğer bir kadının evine hizmet etmesinin “onur” sayılması bekleniyorsa, bu onurlu pozisyon bir erkeğe teslim edildiğinde neden erkek için “utanç verici” olsun? Bunun üzerine düşündüğümüzde, manipülasyon açık bir şekilde ortaya çıkıyor.

Artık bu oyunlara inanmıyoruz. Şükür ki uyandık. Bize biçtiğiniz bu itaatkâr, hizmet eden ve nesneleştirilen rollerden vazgeçiyoruz. Eşitlik talebimizden asla geri adım atmıyoruz. Böyle olunca, sahip olduğu tüm iktidarı ve özgürlüğü mücadele ile değil, sadece içinde doğduğu bedenle elde etmiş olanlar güçsüz kalıyor. Kadınlar güçlendikçe, güçlendikçe onlarla ne yapacaklarını bilemeyen erkekler ise çözümü kadın güçlenmesine engel koymakta buluyor. Oysa çözüm basit: Ayrıcalıklarını bırakıp, mücadele ve emekle kendini gerçekleştirmek.

Damacanayı kaldıracak durumda değilseniz, o iş kimin kolları daha gücü ise o yapsın. Hesabı da yine eşit ödemeyin. İş yerinde sadece erkek olduğu için aynı işi yaparken daha yüksek maaş alan ya da çocuk sahibi olduğu için pozisyonu tehlikeye girmeyenler ödesin. Bunlar toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi ile çelişen uygulamalar değil; aksi durumu kabul ettiğimizde kendi mücadelemizle çelişmiş oluruz. Hakkaniyetin sağlanması, ezbere bir ikiye bölme değildir.

Öte yandan dikkatli olun. Artık o filleri avlayabiliyoruz. Çare erkeklerin avladığımız geyiklerden gocunmamalarında ve avcılığın cinsiyetten bağımsızlığına razı olmalarında yatıyor. Çare kadınların tekrar eskisi gibi küçülmesinde değil, erkeklerin kendileriyle daha da gurur duyabilecekleri yeni hedefler belirleyebilmelerinde. Daha farklı bir ilişki mümkündür. Daha azına mecbur değiliz.