Aşk ve İlişkiler

Belki de asıl önemli olan aşk değil, mutluluktur.

Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal

İnsan, varoluşsal gelişim ve değişiminin büyük bir kısmını ikili ilişkiler içinde gerçekleştiriyor. Sevmek, sevilmek ve özel hissetmek, herkesin en temel gereksinimleri arasında bulunuyor. Bu nedenle, ilişkilerine harcadığı emek birey için oldukça değerli hale geliyor. Sevgi temelli ihtiyaç, ilişki sürdürme yeteneği ile orantılı olarak bazı kişiler tarafından kolaylıkla karşılanabilirken, diğerleri için içinden çıkılmaz bir krize dönüşebiliyor. Aşk, kişinin duygularına önem verilmesi ve sevgi alma ihtiyacını karşılayan temel unsurlardan birini oluşturuyor. Memorial Şişli Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Gizem Mine Çölümlü, aşkı “manik” yani coşkulu bir duygudurum olarak tanımlayarak, aşkın uyku ihtiyacını ve iştahı azalttığını, enerji artışıyla beraber kendine olan güvenin ve cömertliğin arttığını belirtiyor. “Hangi yaş, inanç veya grup kökenine sahip olursak olalım, aşk benzer şekilde hepimizi etkiliyor. Aşık olunduğunda, yaşamın öncelikleri ve tercihleri değişiyor. Sevilen kişi gündeme geldiğinde her şey ikinci planda kalmaya başlıyor. Sevgiliyi mutlu etmek için birey hobilerinden, alışkanlıklarından fedakarlık yapabiliyor; hatta yaşam tarzını tamamen değiştirebiliyor” diyor.

Üçüncü şahıslar tehdit olarak algılanabilir
Romantik ilişkilerin her evresinde farklı zorluklar ve aynı zamanda gelişim fırsatları ile karşılaşmak mümkün. Olumsuz sayılabilecek durumların ve dozunda kıskançlığın aşkı beslemesi alışılmadık bir durum değil. İlişkilerde kıskançlık, yerinde kullanıldığında ilişkiyi güçlendirebilirken, aşırılık durumunda aşkın sona ermesine ve çeşitli trajik sorunlara yol açabiliyor. Gelişimsel olarak üç yaş civarında ortaya çıkan kıskançlığın, doğal bir duygu olduğunu ve ilişkiye yönelik herhangi bir tehdide karşı verilen bir tepki olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Uzm. Kln. Psk. Çölümlü, şöyle devam ediyor: “Kıskançlık hissi, kişinin karakteri, sosyal çevresi ve ilişkinin doğasıyla bağlantılı olabilir. Kişilik özellikleri açısından incelendiğinde, genellikle kişinin kendine olan güveninin düşük olduğu ve yetersizlik hissinin baskın olduğu görülüyor. Sosyal açıdan bakıldığında ise birey, üçüncü birinin daha iyi özelliklere sahip olduğunu düşünebilir ve bu durum, öz güvenini tehdit eden bir özellik taşıyabilir. Ayrıca, bireysel faktörler kadar ilişkinin dinamiği ve ilişkisel etkenler de kıskançlık duygusunu besleyebilir. İlişkiye aşırı bağımlı olan kişiler, daha yoğun kıskançlık yaşama eğiliminde olabiliyor. Bazıları için ilişkiyi kaybetme korkusu, abartılı bir yıkıcılık, öfke, saldırganlık hatta şiddeti ortaya çıkarabiliyor.”

Kıskançlığınız en büyük düşmanınız!
Birey, ilişkinin ilk dönemlerinde partnerine yaklaşan üçüncü şahısların daha güzel, daha çekici, daha bakımlı, daha zeki, daha zengin ve daha başarılı olduğunu kanıtlama çabası içine girebiliyor. Bazen de kaybetmekten korktuğu ilgiyi kendi üzerinde tutabilmek için sevgilisini kıskandırmaya çalışıyor. Bu durum, “Beni fark et” aldatmalarına kadar gidebiliyor. Kıskandırma ve öfkelendirme yoluyla kaybedilen ilginin geri kazanılması çabası, aslında ilişki için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Kıskançlığı aşkın simgesi olarak görmek, bu duygunun ilişkiyi zedeleyici yönlerini fark etmeyi engelleyebiliyor. İlişkinin bu sorunu atlatmasındaki ilk adım, aşırı kıskançlık duygusunun kökenini anlamaya çalışmak olduğuna dikkat çeken Uz. Kln. Psk. Çölümlü, “Aşırı kıskançlık besleyen duygusal, ilgisel, sosyal ihtiyaçları ve bunların derinliklerini anlamak, ilişkiye zenginlik katıyor. Yaşanan olaylarla hangi hassas noktaların tetiklendiğini keşfetmek, sorunun üstesinden gelinmesine yardımcı oluyor. Diğer yandan, ilişkide güven her türlü soruna karşı koruyucu bir faktör olarak öne çıkıyor ve birlikte geçirilen zaman ve yaşanan olaylar çerçevesinde olgunlaşarak, ilişkinin kalitesini destekliyor. Beraberliğin erken dönemlerinde güvensizlik daha fazla olduğu için, kıskançlık sonraki yıllarda daha az tehdit oluşturuyor” diyor.



Aşkın insanı mutsuz etmemesi gerekiyor
Sosyal ve fiziksel engellerin romantik ilişkilerde aşkı körüklemesine sıkça rastlanıyor. Etnik kökenler, dini inançlar ve aile dinamiklerine dayalı farklılıklar, bazen taraflar arasındaki çekimi artırabiliyor. Güçlükler ve engeller, duygularla tutkuyu yoğunlaştırırken, karşılaşmaya çalışan kişi profilleri, gündelik hayatta ve sinemada pek de yabancı olmadığımız sahneler oluşturuyor. “Romeo-Juliet etkisi” olarak bilinen olumsuz olayların aşkı büyütme mekanizması, ilişkinin seyrini değiştirebiliyor. Bu etki, ilişkideki engelleri hiçe sayarak insanın aşka teslim olmasına yol açabiliyor. Aşkın kontrolsüz, kural tanımayan ve olağandışı davranışlar içermesi, heyecanı ve duygu dinamiklerini canlı tutuyor. “Her ne kadar karşı konulamaz ve eşsiz duygular yaratıyorsa da zamanla bu yoğun duygu, bir şekilde duygu yorgunluğu ve huzursuzluk ortaya çıkararak dinginliğe özlemi belirginleştiriyor” diyen Uzm. Kln. Psk. Çölümlü, şu bilgileri veriyor: “Bu durumda aşk, kendi sonunu hazırlamış oluyor. İşte burada güzel olan; başlangıçta kazanılan olumlu hisleri, taraflar arasında pekişmiş bir sevgiye dönüştürebilmek. Bunun başarıyla gerçekleşmesi halinde, ilişkinin sevgi ve uyum zemininde ‘güvenli’ bir şekilde büyümesini sağlayan mutlu birlikteliğin temelleri atılabiliyor.”

“Olmayacak sevda” kişiyi yoruyor
Romantik ilişki veya aşk, bireyin geçmişteki bağlanma kalıplarına (anne ve önceki sevgililer gibi) göre şekil alabiliyor. Birey, geçmişte edindiği inançları ve beklentileri onaylayacak ve destekleyecek ilişkiler kurma eğilimindedir. Güven ve uyum sağlayan destekleyici ilişkiler içinde olan birey, yetişkinliğinde de benzer ilişkileri tercih edebiliyor. Geçmişte geliştirdiği sevgiye layık olmadığı inancı, onu değer vermeyen kadın veya erkeği hayatına çekmesine neden olabiliyor. Bu bağlamda, kişinin kendini yalnız hissetmesi ve güvenlik ihtiyacının karşılanmaması “Olmayacak sevdalar”ın yıkıcı ve yorucu bir ilişki yaşantısına yol açabileceğini vurgulayan Uzm. Kln. Psk. Çölümlü, bu durumun sonuçlarının mutsuz birlikteliklere neden olabileceğini ifade ediyor.

Doğru kişi nasıl bulunur?
Sağlıklı ve mutlu bir ilişki için, hem kendinizi hem de partnerinizi iyi tanımak, birbirinize uygun olup olmadığınızı değerlendirmek, ilişki beklentilerinizi ve yapınızı bilmek, ilişkinin niteliğini ve yönünü belirlemede yardımcı oluyor. Sevileni ve sevgiyi korumanın, yakınlaşmanın tek yolunun kendini ifade etmek olduğunu vurgulayan Uzman Klinik Psikolog Müge Çölümlü, “Elbette kusursuz çift tanımı ve kriteri olamaz; en uyumlu çiftlerin de kendi uyumsuzluklarının ve duygusal ihtiyaçlarının temelinde yatan sebeplerin farkında olan, aynı şekilde karşı tarafın doyurulması gereken istek ve ihtiyaçlarına duyarlı kişilerden oluştuğu görülüyor” diyor.

* Formsante dergisinden alınmıştır.