
Bağlantı Tarzlarımız ve İlişkilerimiz | İlişki
Stan Tatkin’in uzun vadeli ilişkileri sürdürme yöntemi, hem şefkatli hem de pratik bir yaklaşım sergilemektir. Bu yaklaşım, insan davranışını etkileyen nörolojik ve psikobiyolojik unsurlara dayanmaktadır. Tatkin, beynimizin birçok durumu yanlış anlaması gerektiğini belirtiyor; bu, aslında hayatta kalabilmek için genetik olarak bu şekilde programlandığımız anlamına geliyor. Partnerimizi daha iyi anlamak için, çocukluk döneminde gelişen bağlanma kalıplarını göz önünde bulundurmayı öneriyor; bu sayede durumları onların bakış açısından değerlendirme şansımız oluyor. Ancak, bu bağlanma türlerini kişisel olarak algılamamak gerektiğini de vurguluyor; zira bunlar insanları değil, yalnızca fikirleri temsil etmektedir. Tatkin, herhangi bir bağlanma stiline sahip bireylerin güvenli bir ilişki yaşayabileceğini ifade ediyor. Tatkin’in çiftler için önemli bulduğu nokta ise, bir ilişkinin ne kadar tatmin edici olduğunun, sizin ve partnerinizin nasıl uyum sağladığı ve ekip olarak nasıl hareket ettiğinize bağlı olduğunu vurgulamak. “Kaynaklarınızı iş hayatınızda, yaşamda ve başka her alanda başarılı olmak için kullanabilirsiniz. Gerçek anlamda yükselebileceğiniz yer burasıdır. Tek gereken, oyuna hazır bir partnerdir.” diyor.
Stan Tatkin’e yöneltilen sorular ve yanıtları aşağıda yer almaktadır.
1950’lerde John Bowlby isimli bir psikanalist, İngiltere’de yetimleri gözlemlemeye başladı. Bowlby, kendisi de bir kayba uğradığı için bu konuda kişisel bir deneyime sahipti; annelik figürü olarak tanımlanan kadın, onun çocukluğunun erken döneminde hiçbir açıklama yapmadan onu terk etmişti. Araştırmalar, insanların ve tüm primatların bağlanma ihtiyaçlarının bulunduğunu ortaya koydu. En az bir kişiye bağlanma ve ona güvenme arzusu, hayatta kalmak için gerekli bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Sağlıklı bağlanmalara sahip olma düzeyimiz, hayatta kalabilme kapasitemiz ve vücudumuzu ile beynimize zarar veren kaynakları minimumda tutabilme becerimizle doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle, insanlara gerçekten ihtiyacımız var. Özellikle hayatımızı emanet edebileceğimiz, güven duyabileceğimiz bireylere ihtiyaç duyuyoruz ve bu durumun karşılıklı olması gerekiyor. Güvenli bir bağ kurduğumuz birini hissetmek, ilişkilerimizin ya da onların bizi terk etmesi ya da bize yüklenmesi konusundaki endişelerimizi azaltır. Onlar yanımızdadır. Bu his, uzun ömür, sağlık ve iyi olma durumu ile ilişkilendirilir. Bunların yokluğu ise tam tersine sonuçlar doğurmaktadır ve bu konuyla ilgili birçok çalışma mevcuttur.
Ada
Bu gruptaki bireyler genellikle mesafeli bir tavır sergiler ve özerkliklerinin ellerinden alınmasından endişe duyarlar. Özgürlük ve hareketlilik duygularının kaybolmasından korkarlar. Bu eğilim, çocukluk döneminde yaşanan ihmal veya istismar deneyimlerinden kaynaklanır. Ailelerinde bireysel başarıya, görünüme, saygıya, paraya, güce, güzelliğe veya zekaya aşırı önem verilir; bunlar mesafeli ailelerde sıkça dikkat çeken unsurlardır. Kullanılan odak, genellikle bireyseldir ve çoğu zaman mükemmelliğe yöneliktir. Bu ailelerde sevgi gösterimi sınırlıdır ve yakınlık arayışında veya fiziksel temas sürdürmede genellikle nadiren bir çaba görülür. Yakınlık arayışı, “seni arama, seninle bağlantı kurma isteğim” anlamını taşırken, temas sürdürme ise zaman içerisinde fiziksel bağlılık kurabilme kapasitesini ifade eder. Ada tipi bireyler çocukluklarında bu iki duruma da sahip olamazlar. İlişkilerde yakınlık aramamakta, fiziksel temas veya göz teması kurmaktan veya ilişki hakkında konuşmaktan kaçınmaktadırlar. Genelde yalnız kalmayı tercih ederler. Performans göstermek zorunda olunca yoğun kişilerarası stres hissederler. Diğer insanlar onlardan bir şeyler beklediğinde ve bu durum karşılıklı olmadığında sıkça sömürüldükleri hissine kapılırlar. Bu nedenle ihtiyaç duyulma veya yaklaşılma konusunda duydukları bir öfke duygusu mevcuttur. Diğerlerine veya olaylara karşı hayal kırıklığı yaşama olasılıkları nedeniyle sürekli endişe taşırlar. Partnerlerinde sürekli kusur arayışı içinde olabilirler. Partnerlerini ayrı bir birey olarak görememekte, onları kendilerinin bir uzantısı gibi değerlendirebilmektedirler.
Dalga
Dalga tipi bireyler, terk edilme, geri çekilme ve cezalandırılma korkusu taşırlar. Özellikle istediklerini elde etme noktasında içsel bir çelişki içindedirler. Öncesinde çelişkili hissetmemelerine rağmen, partnerin yanlarında olduğu veya partner sevgi dolu ve yakın olduğunda, dalgaların itme eğilimleri artar çünkü olumsuz bir durumun yaşanabileceği korkusuyla baş başa kalırlar. Bir dalga bireyinin en büyük korkusu şudur: “Sonunda beni reddedeceksin, terk edeceksin ve beni sevmeyi bırakacaksın. Benim fazla olduğumu düşüneceksin çünkü öyle hissediyorum ve böyle olduğuna inanıyorum. Eğer çok ihtiyaç duyuyorsam, beni cezalandıracaksın. İşte bu yüzden, kendimi korumak adına sana karşı bu tür davranışlar geliştirme eğilimindeyim. Seni itmiş, reddetmiş, terk etmiş veya sana kırıcı şeyler söylemiş olabilirim. Eğer bana zarar verdiğini düşünürsem, seni cezalandırırım; duygularını yöneterek hissetmeni sağlarım.” Dalga tipi bireyler, partnerlerinden ayrıldıklarında enerji kaybı yaşarlar. Bazen depresyon, kaygı ve öfke ile başa çıkmak zorunda kalırlar. Bu durumu kasıtlı olarak yapmazlar; fakat terk edilme konusunda yeniden birleşme şansına göre daha hassastırlar çünkü terk edilme korkusu onların zihinlerinde vurgulanmıştır.
Çapa
Çapa tipi, ilişkilere öncelik veren, doğası gereği iş birliği yapmaktan keyif alan ve ekip olarak birlikte çalışmayı seven bireylerdir. Yani bu kişiler, iki kişilik bir sistem geliştirmektedirler. Seni benden farklı bir birey olarak tanırım. Farklı olmandan rahatsızlık duymam. Zaman zaman ben hayal kırıklığı yaşasam bile bu durum seninle olan ilişkim üzerinde olumsuz bir etki yaratmaz. Senin yaptıkların beni çok etkilemez, çünkü beni terk etmen veya kontrolü ele alman benim için tehditkâr olmaz. Bu tür durumlar benim için rahatsız edici değildir, dolayısıyla aşırı tepki verme yoluna gitmem. Çapa olarak, genellikle daha nazik davranırım çünkü korku taşımam. Güvenli değilim demek için bir sebep bulmam; bu yüzden de agresif olmanın bir gereği yoktur. Ama aynı zamanda beklentilerim de vardır. Çapa türü insanlar ilişkilerde daha başarılı oldukları için, travma anılarının yükü onların üzerinde aynı şekilde etkili olmaz. Senin yaptıkların beni tetiklemiyor çünkü ben güvensiz değilim. Eğer ilişkide güvensiz olsaydım, o durumlar bana ciddi bir tehdit oluşturup beni tetikliyor olabilirdi.
Genellikle eğer bir ada ailesinde büyümüşsen, belirli bir şekilde davrandığın zaman sevildiğini hissedersin. Adaların üstlendiği çocukluk rollerinin yükü oldukça fazladır ve bu yük, bir ilişkide bulundukları takdirde belirli bir işlevi yerine getirmek zorunda olduklarına dair bir korku doğurur; bu da onlarda öfke ve kızgınlık hissine yol açar.
Adalar ebeveynlerinin sürekli yanlarında olduğu bir ortamda büyüyebilir. Çoğunlukla “Annem yanımızdaydı ama gerçek anlamda etkileşime geçmedi ya da çok fazla ilgilenmedi” derler. Çocuk, başka bir şahıs olmadan kendine bakma ve kendini yönetme sorumluluğunu üstlenir. Bu durum pekişir ve adanın dünyası bir çeşit “mutlu cehalet” haline gelmektedir. Gelişimlerinin daha erken bir aşamasındadırlar ve daha çok benlik, bağımsızlık ve özerklik bütünlüğü üzerinde odaklanmaktadırlar. Terk edilme farkındalıkları dalgaların sahip olduğu kadar güçlü değildir; ancak benzer sorunlarla karşılaşmaları mümkündür.
Bir dalga ebeveyni, kendini düzenleme ve hayal kırıklığı ile başa çıkma konularında zorluk yaşayabilir. Sıklıkla bunalmış hissetme durumu yaşar ve bunu çocuğa yansıtır. Çocuk, “gel buraya” ve “git buradan” gibi çelişkili mesajlar arasında bocalar. Her çocuk belli bir yaşta cezalandırmaya maruz kalır; “Seni sevmiyorum, anne” demek ya da kapıyı çarpmak gibi. Ancak dalga ebeveyni reddedilmeyi istemediğinden, bu tür bir duruma karşılık ceza verir ve bu, cezalandırmayı pekiştiren bir durumu doğurur. Dalga ebeveyni, çocuğunun bağımlı ve ona yakın durmasını isterken, çocuk çok ihtiyaç duyduğunda ya da araya müdahale edildiğinde hayal kırıklığı yaşar. Bu durum, dalga çocuğu için bir güvensizlik yaratır ve sürekli olarak birinin kendisinden uzaklaşacağı korkusuyla engellenmiş hissetmesine neden olur.
Bu iki güvensiz bağlanma stili, ister yapışkan (dalga), ister mesafeli (ada) tarafta olsun, bağımlı bir ilişkiye güvenmez. Bu temelde öz merkezcidir, ve ilişkiyi kendilerinden önce tutmazlar. Bu durum, bencilikten ziyade, korkulardan kaynaklanır. Hem adaların hem de dalgaların temel korkusu, terk edilme ve yalnız bırakılma korkusudur; bu nedenle her ikisi de bireysel bir sistem gibi hareket eder.
Eğer seni, korkularını ve davranışlarını neyin tetiklediğini anlamazsam, senin için durumu daha kötü bir hale getirecek şekilde davranmam olasıdır. Bu davranış ve eğilimleri büyütür, senin korkularını pekiştiririm. Senin davranışların, farkında olmadan seni tekrar incitecek şekilde tepkiler vermeme neden olur. Bunu kasıtlı olarak yapmam; ama sistemin işleyiş şekli böyle. Seninle rahat, güvenli, iş birliğine dayalı ve uyumlu bir şekilde olmak yerine, kaygı ve bir şeylerin olacağına dair belirsizlik nedeniyle kendimi koruma yoluna giderim. Bu da senin belirli bir şekilde davranmana neden olur çünkü benim ne yaptığımı veya neden yaptığımı bilemezsin. Ben, kendimi korumak için böyle davrandığım için sonuçlarını tetiklerim ve bana “haklıymışım, dikkatli olmalıyım” hissi verir. İşte, bu insan olmanın bir sonucudur.
Eğer seni anlarsam, kötü veya utanç verici hissettirmem. Seni daha kötü bir hale getirmem. Suçlamam veya cezalandırmam. Nasıl yardımcı olabileceğimi, sana nasıl yaklaşmam gerektiğini ve seni travmatik anıların ya da korkuların tetiklemeyecek şekillerde nasıl yönlendirebileceğimi çoğunlukla bilirim; her zaman değil ama çoğu zaman. Bu, seni sakinleştirir. Kendimi de anlarsam, bu da yardımcı olur. Diyelim ki ben bir ada tipiyim ve ada davranışları sergiliyorum: Bu durumda, nasıl davrandığımı ve bunun etkilerini kavrarsam, davranışlarımı yapmamayı seçebilir veya eğer bir şey yaptıysam özür dileyip durumu düzeltebilirim. Sorumluluk almak uzun vadede oldukça önemlidir.
Bağlanma stillerindeki farklılık bir ilişkiyi bozabilir mi?
Buna çok fazla takılmamak gerekir. Bağlanmaya dair sorunlar, insanların genel olarak karşılaştığı sorunların yalnızca orta düzeyde bir kısmını kapsamaktadır. Daha detaylı bakıldığında, beynin nasıl organize olduğu ve işlediği, aşk ilişkilerindeki sorunların temel kaynağıdır. Bağlanma teorisi, aşk ile ilgili değildir. İnsanlar bunu yanlış anlayıp öznel bir şekilde algılarlar. Bunun aşk ile ilgili olduğunu düşünmekteler çünkü bağlanma düzeyindeki davranışlar, sevgi dolu ya da sevgi göstermeyen davranışlar olarak hissedilir. Ama aslında konu, güvenlik ve emniyet ile ilgilidir. Bu kişilik meselesi değildir; insan davranışının bir parçasıdır. Burada güvenlik ve bağımlı bir ilişkide kendini güvende hissetmekten bahsediyoruz. Eğer ben çocukluğumda mesafe koymaya ve yakınlaşmamaya adapte olmuş bir bireysem, sen bunu sevgi göstermiyor olarak algılayabilirsin. Ancak ben bunu böyle görmem; ben bunu kendimi güvenli ve korunaklı tutmanın bir yolu olarak yaparım. Davranışlarım, deneyimlerime dayalıdır. Kendimi geçmişte yaşadıklarımın getirdiği kötü durumlardan korumaya çalışırım. Dolayısıyla mesele, patoloji ya da kişilik değil, uyum meselesidir. Biz doğduğumuz ortama uyum sağlıyoruz. Bu uyum çoğunlukla öngörülebilir bir yolda ilerlese de, çözülmemiş travmalar gibi güvenli veya güvensiz bağlanmanın ötesindeki faktörler devreye girdiğinde bu durum değişebilir. Aksi takdirde, insanlar sadece birbirlerine bu şekilde davranıp tepki verirler.
O zaman bağlı ilişkilerde esas sorunlara sebep olan nedir?
İlişkileri temelde istikrarsız hale getiren şey, insan doğamızdır: öz merkezci, bencil, agresif, savaşçı ve yabancı düşmanı olma eğilimimizdir. Tür olarak hayatta kalma konusunda oldukça başarılıyız; fakat uzun vadeli ilişkileri sürdürmede o kadar iyi değiliz. Hayatta kalma içgüdülerimiz savaş, saldırganlık ve kendini koruma üzerine olduğundan uzun vadeli ilişkilere çok uygun düşmez. Bunun nedeni, beynimizin çalışma şeklidir. Beynimiz sürekli olarak mevcut olmayan durumları üretmektedir. Hep eksik olanı, sahip olmadığımızı düşünürüz: “Mutlu olurdum ama bu eksik.” Sürekli karşılaştırmalar yapmamız ve kıyaslamalar yapmamız, sorun yaratmaktadır. İnsanların zihinlerini tam olarak anlamıyoruz, dikkatsiz davranıp tepkiler veriyor ve söylediklerimizin doğru ve gerçek olduğunu sanıyoruz. Ne duyduğumuzu, anladığımızı düşünmekteyiz. Hafızamızın iyi olduğunu ve algılarımızın doğru olduğunu varsayıyoruz. Ancak bunların hiçbiri doğru değildir. Bu, insan olmanın bir parçasıdır. Seni düşündüğümden çok daha fazla yanlış anlama olasılığım var. Hareketlerini doğru yorumlamak yerine yanlış yorumlamam olasıdır, zira seni tahmin etmek için hafızadaki kestirme yolları kullanıyorum ve dikkatimi yeterince veremiyorum. Yaptığımız her şey otomatik, refleksif ve düşünmeden çok tanıma temellidir.
Sonuç olarak seninle ilgili hafıza, algı ve iletişimde hatalar yapıyorum. İşte en büyük sorun bu. Bunun farkında değilsek ve sorunları çözme ya da yaraları onarma konusunda kabiliyetli değilsek, tehdit birikir. Kötü muamele, yanlış anlamalar, adaletsiz ya da duyarsız davranışlar birikir. Bu, sürekli biriken bir hafıza sistemi oluşturur ve sorunlarımızı artırır. İleriye dönük olarak bu hataları tekrar tekrar yaşarız. İşte temel sorun, bu durumdur.
Karşılık olarak, çapa ya da güvenli bir bağlanma stiline sahip bireyler, ilişkileri her şeyin üzerinde tutma eğilimdedirler. Her yanlış anlaşılmada, ilişkide bir kopuş fikrini tolere edemeyeceğimiz için hataları düzeltmek ve telafi etmek için çaba gösteririz. Bu, ilişkiyi bir arada tutan olumlu bir unsurdur. İlişkiye kendi egomuzdan, gururumuzdan daha fazla değer veriyoruz. İlişkiyi kaybetmek istemediğimiz için, bu, ilişkinin korunmasının temel değeri haline gelir. İnsanları bir arada tutan unsurlardan biri, ilişkiye gerçekten önem vermeleridir. Bu, onları savaşçı bir direniş göstermenin yerine tekrar bir araya getiren bir durumdur.
Peki bir ilişkiyi yürütmek için ne gerekir?
İlişkide bizi bir arada tutan şey, adanın, çapanın veya dalganın varlığı değildir. Önemli olan, senin ve benim en önemli konularda anlaşmamız ve birbirimizi ihlal etmemek için koyduğumuz sınırları gözetmeye istekli olmamızdır. İnsan olmanın getirdiği bencillik, değişken ruh halleri ve tutarsızlık gibi eğilimlerimizi kontrol altında tutmak önemlidir. Bizi bir arada tutan şey yalnızca aşk değildir. Bizi bir arada tutan, yaptığımız şeylerin birbirimize zarar vermeden yürütülmesini sağlayan anlaşmalardır; ortak değerler, ortak hayaller ve paylaşımda bulunduğumuz ilkelerimizdir. Sen bir çapa, ada ya da dalga olabilirsin; bu, önemli değildir. Önemli olan, seninle benim birbirimizi korumak adına anlaşmamızdır. Bu anlaşmalar, kendi çıkarlarımız을 gözetmemizi sağlar. Eğer insanlar ilişkide neyin amaçlandığı konusunda net değilse, karışıklık ve kaos oluşur. Eğer partnerin bir ada gibi davranıyor, iş birliği yapmıyor ve seni gözetmiyor ve karşılıklılık yoksa, bu konuda konuşmak gerekir. “Burada ne yapıyoruz? Bu ilişkinin amacı ne? Bunu neden yapıyoruz, kim ya da ne için?” diye sormalısın. Bu gerçekten olgun bir sorudur. Olgun olmayan gerekçe ise yalnızca, “Seni seviyorum”, “Birlikte ateşliyiz” veya “Aynı ilgi alanlarına sahibiz” gibi sıradan nedenler olabilir.
Bağlanma stilleri farklı olsa bile bağlı ilişkilerde ortaklık nasıl sağlanabilir?
En önemli konu, stres yönetim becerimizin ne kadar iyi olduğudur. Eğer stres yönetiminde yetersizsek, bu muhtemelen ilişkiyi sonlandıracaktır. Eğer sen ve ben çatışmayı hızlı ve etkili bir biçimde çözemezsek, tehdit birikmeye başlar. Eğer ilişkiyi önemsemiyorsam ve iş birliği, adalet, duyarlılık gibi güvenli işleyiş prensiplerine inanmıyorsam ve bunlara stres altında uymuyorsam, senin aradığın partner ben demek değildir. Uzun vadede, önemli olan tek şey, söylediğimiz şeyleri uygulamamızdır. Ortak bir vizyonumuz ve amacımız vardır: birbirimizi desteklemek, geliştirmek, tehlikeli ortamlardan korumak, birbirimizin en büyük destekçisi olmak, birbirimizin arkasını kollamak. Bu, hata yapmayacağımıza dair bir garanti sağlamaz; hata yaptığımızda durumu düzeltiriz ve kavga etmeyiz. Bu hayatta kalmakla ilgili bir durumdur. İyi davranmak istemediğimiz zamanlarda bile birbirimize güvenebilmek önemlidir. İnsanlar çoğunlukla iyi davrandıklarında bile iyi davranmak istemediklerinde sorunlar yaşarlar; işte bu, ana problemdir.
Uzun vadeli bir partner arayanlara tavsiyeniz nedir?
Kendinizde şunu netleştirmelisiniz: “İhtiyacım olan ilişki bu, aradığım kişi de bu gereksinimi duyuyor.” Sonrasında, “Bunu birbirimiz için yapacağız.” demelisiniz. Bu, söylemesi kolay, uygulaması zor bir durumdur; çünkü bağlanma durumu, aşık olma hissi ve bazı durumlarda bağımlılık gibi hissetme durumu devreye girer. Bu yüzden arkadaşlarınız oldukça önemlidir. Arkadaşlarınıza şöyle söyleyebilirsiniz: “Bunu arıyorum, buna inanıyorum. Birini bulduğumda ve onu yanınıza getirdiğimde, muhtemelen çılgınım, ama söylediğim şeylerin önemli olduğunu görüp görmediğinizi bilmek istiyorum. Görmüyorsanız uyarmalısınız çünkü ben adeta ‘bağımlıyım.'” İnsanların aşk ve ilişki tanımları farklıdır. Çoğu insan, genç veya yaşlı, romantik aşkı ilişkiye girişin anahtarı olarak görmektedir. Bu, kapıdan içeri girmenizi sağlayabilir ama orada tutmaz. Sizi tutacak olan, özveri ve sadakatle kazanılan bir aşktır; sadece hissettiğiniz aşk sizi sürükleyemez, çünkü bu gelip geçici olabilir.
Kazanılan aşk, her iki partnerin de “Kimse işimize karışamaz” anlayışıyla her gün gösterdikleri çabadır. Bu, kazanılır ve yerine konması zor bir hal alır. Saygı, güven, onur ve dürüstlük bu tür bir ilişkiyi sürdürür. Böyle bir kişiyi bulduğunuzda birlikte büyümeye başlarsınız. Birbirinizi bu standartlar çerçevesinde tutarken, daha iyi bireyler haline gelirsiniz.
Referanslar
“How Attachment Styles Affect Our Intimate Relationships. Şuradan alındı: https://goop.com/wellness/relationships/how-attachment-styles-affect-relationships/