Aile ve Çocuk

Anne Olmanın Zorluğu: Prematüre Bebeklerle Yaşamak | Unigo

Plan yaparken, çoğu zaman minik sürprizlerin bu planları bozmak için yola çıktığını fark etmezsiniz! Peki sonra ne olacak? Tüm zorlukların ardından, güneş yeniden doğacaktır elbette.

 

Doğum için daha oldukça zamanım vardı! 32. haftada çalışır raporu aldıktan sonra keyifle çalışmaya devam ediyordum. Aynı zamanda yarı yıl tatilinin gelmesini dört gözle bekliyordum. Karnım daha şişmemişken yapmam gereken çok iş vardı. Çünkü trendler vardı! Yoksa geride kalırdım. Bir de hastane kapısında isminin yazdığı kocaman bir kapı süsü olacaktı.

 

Çikolatalar, hediyeler, ikramlar en güzel şekilde masaya yerleştirilecekti. Doğumdan hemen sonra ben de sanki yeni doğum yapmamışım gibi süslü olacaktım. Saçlarım için bir kuaför, makyajım için bir makyöz ve tüm hazırlıkları ölümsüzleştirecek bir yeni doğan fotoğrafçımız olacaktı…

 

Doğumdan sonraki fotoğraflarım da olacaktı elbette. Özellikle de doğar doğmaz beni kollarına alıverirler ya, o anki garip his, annenin üzerindeki garip çocuk, harika bir poz olurdu. Hiç o anki pozda çirkin bir kadın gördüğümü hatırlamıyorum. Çok hevesliydim; o anda kendimi hatırlamamış olacağım için, mutlaka birinin benim fotoğrafımı çekmesi lazım.

 

Her şey planlanmıştı. Planlama, yolun yarısıydı. Okulun kapanmasına sadece 3 gün kalmıştı. Ben, öğrencilerimin tatil öncesi karnelerini hazırlarken zorla sıkıştırdığım kontrol randevuma gittim. Çünkü tatilde başımda önemli işler olacaktı, doğum kontrolüne gidememek de olmazdı.

 

Doktorum “Suyun azalmış gibi, sen eve git dinlen, yarın tekrar geliriz” dedi. Daha dur! 32 hafta + 6 gün, böyle bir şey olamazdı! Yanıldığını düşünerek, rapor almama rağmen okula gittim. Ertesi sabah hastaneye gidip yeniden okuldan ayrılacaktım. Hastaneye girdim ama çıkmam bir hayli zor oldu! O kadar enerjik ve iyiydim ki, gereksiz yere odaya kapatıldım… Tüm vücudum kablo doluydu ve yatmanın çok kötü olduğunu anladım. Öğretmenler, uzun süre yerlerinde sabit kalmaya alışık değillerdir.

 

Doktorum, beni arada kablolardan kurtarıp koridorda dolaşmama izin verdi. Gün sıradan bir şekilde geçerken ben sadece takip ettiğim için akıp gidiyordu. Saat 17.00’te doktorun “Hastamızı doğum katına alalım” dediğini duydum. Ardından yukarı çıkmam gerektiğini söylediler.

 

O an hâlâ aklıma geldiğinde içim burkuluyor. Çünkü yalnızdım! “Ya doğum yaparsam tek başıma ne yaparım” diye düşününce gözlerim doldu. Hemen toparlanmak zorundaydım çünkü ağlarsam beni sakinleştirecek birisi olmayacaktı. Sonrasında üst katta kontroller devam etti. Dayanamayarak “Eve gitmeyecek miyim? Neden burada bekliyorum? Ben iyiyim.” derken doktorumun “Bir süre hastane gözetiminde olacaksın, olabildiğince gün kazanmalıyız, saatler bile bizim için değerli” cümlesiyle yıkıldım.

Prematüre Annesi

 

Ne yani, şimdi hiçbir şeyim yokken, durduk yere mi doğuracaktım? Erken doğum mu? Bence şaka yapıyordu. “İstersen yanında çağırabileceğin birileri varsa söyle gelsinler.” cümlesiyle işin ciddiyetini anladım. Annemi çok genç yaşta kaybettim, eşimin annesi ise Ordu’da hastadır ve ona bakıyor. Zaten İstanbul’da yaşamıyorlar. O sırada eşimi aradım, “Aman gelme” diye işini bahane ederek yönlendirdiğim eşimle konuşmuş oldum. “Seti bırak, hemen gel!” dedim. Tabii ki o saatten sonra işini halledecek birini bulmaya çalışırken saat 19.00 oldu. Etrafa kimseyi çaktırmadığım gerginliğimden dolayı akşam yemeğimi yemeği unuttum ve doktorum kızdı. “Aç kalamazsın, hemen yemek söyleyelim” dedi. Yemek geldi, ben de güzelce yedim. Doktorum yanımdaydı. Son yoğurdumu kaşıklarken “Bir dakika onu yeme,” demesiyle kaşığımı ağzımdan çıkardım. Ne kadar zamanda doğumhaneye girdiğimi hatırlamıyorum. Dört bir yandan soyulup, ince çoraplar giydirilmesi ve takılarımın çıkarılması anı, hayal meyal aklımda. İşin kötü tarafı toktum ama ameliyata girecektim. O kadar gerilmiştim ki, tek isteğim bayılmam ve ne oluyorsa olmaktı.

 

Tüm gün, farkında olmadan üzerimde biriken stres, nefes almamı oldukça zorlaştırmıştı. Doktorum “Tebrik ederim, bu kadarını beklemiyordum” dediğinde “Ben hiç iyi değilim, lütfen beni sakinleştirin” dediğimi hatırlıyorum. Sonrası malum…

 

Doğum gerçekleşti! Gözlerimi açtım. Yanımda eşim vardı. Çok şaşkın durumdaydım. – “Neden buradayım?” diye sordum. Çünkü orada neden bulunduğumu asla bilmiyordum. Eşim – “Doğum yaptın ya aşkım” dedi. Sonra karnıma dokundum. – “Nasıl ya, daha karnım büyümemişti, dümdüz olmuş bile” dedim. – “Peki ya bebek?” – “Onu yoğun bakıma götürdüler,” dedi.

 

O an, prematüre doğduğu için küveze girdiğini kavrayamadım; yıkayıp getireceklerini düşündüm. Sonra odama çıktığımda, 33. haftasında dünyaya geldiği için solunum sıkıntısı nedeniyle bir süre küvezde kalması gerektiğini anladım. Prematüre bebeklerde bu durum her zaman yaşanıyormuş. Hemen süt sağma makinesini kullandılar, çünkü kolostrum çok önemliydi. Daha önce bu konularda hazırlıksızdım, bilmiyordum. Azıcık çıkan sütü alıp gittiler. Bebekimizi ertesi gün görecektik; o gece onu göremedik tabii.

 

Ertesi gün büyük gün… Heyecan dorukta, birçok steril işlemden geçtikten sonra bebeğimizi görebildik. Küçücük, şeffaf, kıpkırmızı bir beden. Yorgun… Garip… Oysa ben normal doğum istemiştim, epidural doğum ya da başka bir şey değil, en doğaldan. Sonrasında onu kucaklayacaktım; o anı bekliyordum. Hepsi çok heyecan vericiydi düşünürken. Heyecanı yaşamak şöyle dursun, neden orada olduğumu bilemeyeceğim bir erken doğum yaşadım. Hiç doğum yapmamış gibi görünürken, sabahtan kalan rimellerim yüzümü mahvetmişti. Saçlarım da, gözlerim gibi perişandı. Hayallerim paramparça olmuştu. Bebeğime sarılmak yerine, nasibime düşen süt sağma makinesiyle yetinmek zorunda kaldım.

 

Sanki bebeğimi emziriyormuşum gibi, her 3 saatte bir süt sağmak… Her sağdığımı günlük olarak taze taze içirmeleri için Doruk’a taşıdım. Mama verecekler diye aklım çıkıyordu. “Sakın mama vermeyin, arayın ben hemen getiririm,” diye sıkı sıkı tembihledim. Evdeki tek işim, yat, dinlen, kalk, süt sağ, sütü götür, eve dön, tekrar başa dön… Anlayacağınız, prematüre annesi olmak, üzülmeye bile fırsat bulamamak demek. Üzülsen süt kesilir, süt kesilirse bebek gelişemez demek. Kendini yüksek motivasyonda tutmak demek. Hamileliğini tam anlamıyla yaşayamamak demek. Ameliyat ağrılarını unutturmak demek. Bebeğinin verdiği mücadeleyi düşününce kendi acılarından utanmak demek. Emmeyi bilmeyen minicik bebeğine, aylarca uykusuz kalarak emmeyi öğretmek demek. Kurduğun hayallerin aslında ne kadar gereksiz olduğunu anlamak demek. En büyük süsünün, sağlıkla dünyaya gelen evladını kollarında güvenle tutabilmek demek, diye düşündüm…

 

Prematüre doğan bebeğimin içinden “Anne ben yaşamla mücadele edecek güçteyim. Her şeyin üstesinden geldiğimi her geçen gün daha iyi anlayacaksın. Sonrasında neden hep aceleci olduğumu sorgulamayacaksın. Hislerim çok güçlü, beni ne kadar sevdiğinizi derinlemesine hissediyorum. Bu sevgiyi hissettiğimde daha da iyi oluyorum. Beni görmeye geldiğinizde, daha siz bana yaklaşmadan ben sizi görüyorum, hissediyorum. Bana dokunmaktan korkma, dokunursan kendimi daha iyi hissediyorum. Sevgiyi hissetmek en iyi ilaçtır. Merak etme, dünyaya erken geldiysem, bu durumla yüzleşebilecek kadar güçlüyüm. Bana inan!” sözlerini duydum içimde.

 

Ve güçlü bir bebek, güçlü bir anne ile mümkündür.

 

Prematüre bebekler gerçekten normal doğan bebeklere göre daha hızlı büyüyorlar. Gerçekten aceleci, ayrıca meraklı ve hareketliler… Her gün ayrı bir mucize, yeni bir sürpriz…

 

Yazan: Nuray PULAT @nukupu